31 Mayıs 2009 Pazar

mini...mini

Güzel bir haberle başlamak istiyorum. Biricik Bal'ımıza yuva bulduk.(daha önceki yazımda Bal'ın kim olduğunu yazmıştım.) Bal'ı ilk bulan kişi, evinde köpeği olduğu için bakamamıştı ama ona yuva bulmak için çok uğraştı.Ankara'da bu işe gönül vermiş olan İpek Abla'da hemen Facebook'ta profiline Bal'ın fotoğrafını koydu ve ona sıcak bir yuva bulmak için çalışamalara başladı. Sevindirici haber 1gün sonra geldi. Bal'ı sahiplenmek isteyen birileri vardı. Güvenilir ve gerçekten hayvan sever kişilerdi. Ali hemen Bal'ı götürdü ve içine sinerek onu yeni yuvasına bıraktı. Bal'da ilk başta bunu hissetmiş olacak ki, Ali'ye alıştığı için onu bırakmak istememiş,peşinden gitmiş. İki taraf içinde biraz zor oldu ama içimiz rahat.1. onu artık terk etmeyecek bir sahibi olduğunu biliyoruz yani yaşadığı o acıyı bir daha yaşamayacak. 2.si ise Bal'ı evlat edinen kişinini restoran'ı varmış ve etrafı bahçeli,çitlerle çevriliymiş. Bütün gün oradan oraya koşup, her zaman yaptığı gibi oyun oynuyormuş. Umarım bütün hayvanlar onun gibi şanslı olur...

Cuma günü karşıya geçmek için dolmuşa binecektim. Ama bir türlü dolmuş gelmeyince taksiye binmeye karar verdim. Tesadüfende yanımdaki iki kişide karşıya gidiceklerini söylediler, dolmuş taksi yapmaya karar verdik ve taksi durdurduk. Oda ne taksinin içi okadar değişiktiki çok ilgimi çekti. Hizmette sınır yok dedirten cinsten şeyler yapmıştı 39 yaşındaki şöfor bey. Sakız,çikolata,kek,ıslak mendil,şeker ne ararsanız vardı. Köprüye girdiğimiz anda sordu 'Kahve içmek isteyen?' Ağızımız açık kaldı. Hayatımda ilk defa böyle bir taksi görüyordum. Torpido gözünün alt tarafına kettle koymuş,oradan kahve servisi yapıyordu. İsteyenlere kahvesini verdi, kendine de koydu, kek ikram etti. Bense sadece izliyordum. En sonunda da dayanamadım tebrik ettim gerçekten çok yaratıcı bir şey yapmış ve diğer meslektaşlarından onu ayıracak bir ayrıntı olmuş. Oda bundan yakındı meslektaşları ona dalga geçer gibi bakıp, konuşuyorlarmış ama hiç oralı bile olmuyorum dedi. Ayrıca bagajında da buzdolabı varmış,içinde soğuk su bulunduruyormuş. Sıcak günlerde biri bunalır,müşterisine bir şey olur diye.İlk yardım çantasını falan zaten sormadım her şey 4 4'lük. Türkiye'de bu kadar tedbirin alınması beni hem sevindirdi hem de şaşırttı. Ee nede olsa alışık olmadığımız bir durum değil mi? Umarım birgün size de bu taksi denk gelir,kendinizi biraz şımartılmış hissedersiniz:)



Cumartesi günü okuldan arkadaşlarımızla toplandık ve kahvaltı yapmak için Cihangir'deki 5.kat restoran'a gittik. Eğer gitmediyseniz mutlaka gidin derim bu kadar güzel bir manzara, huzurlu bir ortam olamaz... Daha önce orada yemeğe gittiğimde pek memnun kalmamıştım. O gün çok açtım ve porsiyonları küçük gelmişti. Ama kahvaltısı süperdi. Hem doyurucu, hem temiz, hem de çok lezzetliydi. Kişi başı fiyatı ise 22 TL.

Kaç saat oturduğumuzu tam olarak bilmiyorum ama baya bir oturduk ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile.


5. kattan ayrıldıktan sonra Cihangir'de bir tur atmaya karar verdik. Daha önce Cihangir'e gittim ama bu sefer çok daha güzel geldi bana. Capcanlıydı, bütün kafelerden insanlar dolup taşmıştı. Herkes keyfine bakıyor,gülüyor,eğleniyordu. Kısaca rengarenk bir sokaktı.
Ben gerçekten oraya aşık oldum.İnsanların giyimleri bile o kadar değişik ve tarzdı ki. Kimse kimseye bakmıyor,kendi havasında takılıyor. Kendimi bambaşka bir yerde hissettim. Ve ilerde kesin oraya taşınmaya karar vererek apartmanlara bakmaya başladım. Tarihi apartmanlar zaten benim favorim orası da öyle binalarla doluydu. Bazıları 1908 yılında yapılmış, bazıları daha eski. Birden gözümün önüne o eski Beyoğlu resimleri geldi. Kabarık etekli bayanlar kafalarında büyük bir şapka,ellerinde şemsiyeleri, erkekler takım elbiseleri,tertemiz ayakkabılarıyla kolkola girmiş o sokakta yürüdüklerini hayal ettim. Kim bilir neler yaşanmıştı orada, nelere tanıktı o yollar,apartmanlar...
Daha sonra bir arkadaşım 'Çukurcuma'da (Cihangir'in hemen aşşağısında) çok güzel bir yer var beğenir misiniz bilmem ama bir gidelim, bakın beğenmezseniz döneriz' dedi. Bizde tamam dedik oradaki antikacılara, tasarım takılar yapmış mağazalara girerek Çukurkeyif'e geldik. Girişinde daha çok bir bar havasında olan yerde ses çalışmaları yapıyorlardı. Akşam konser varmış. Ama biz direk bahçesine doğru yol aldık ve yemyeşil bahçede kendimizi bulduk. 'Arkadaşım oturalım mı beğendiniz mi'dedi. Bizde 'Bide soruyor musun?'dedik. İstanbul'un bir köşesinde gizli kalmış bir bahçeydi orası. Etrafınızda ağaçlar var ve üzerinde kedi falan geziyor. Yani gayet doğal bir ortam.


Yemekleri de bir o kadar uygun,doyurucu. Ben mücver hamburger yedim,arkadaşım da
soyalı salata (ikimizde vejeteryan olduğumuz için). Yemeğimizi yedik, oradaki garsondan Çukurkeyif'teki aktiviteler hakkında bilgi aldık. Ve ayrıldık.


Bu aralar çok sıkılıyordum kalabalıktan,haberlerden ama Cihangir ve bu restoranlar bana o kadar iyi geldiki.Benden size tavsiye yanınızda kimse bile olmasa alın kitabınızı, derginizi hatta fotoğraf makinenizi bu mekanlardan birine gidin,rahatlayın ya da Cihangir'deki yerlerin fotoğraflarını çekip, koleksiyon haline getirin çok keyif alacağınızdan eminim...

25 Mayıs 2009 Pazartesi

İstanbul'da Güzel bir Haftasonu

Bu cuma arkadaşım Nazlı beni aradı ve 'İpek Fashion Film Festival'İ varmış, Taksim The Hall'de, gider miyiz?' dedi. Bende dünden hazır hemen tamam dedim. Cumartesi oldu Taksim de buluştuk. Her nekadar Nazlı'yı yarım saat beklemişte olsam geç kalmadan The Hall'u bulduk ve içeri girdik. Giriş 10TL'ydi. Buradaki program şöyleydi ilk önce workshoplar vardı burada ya canta (jansport) ya da Lee kot tasarlayacaktık. Tabi bunun için önceden internetten başvuru gerekiyordu. Bizimde son gün haberimiz olduğu için kot için kota dolmuştu biz de jansport için kayıt olduk. Organizasyonu yapan halkla ilişkiler şirketi her şey, çok güzel hazırlamıştı. Bizi hemen alıp çantalarımızı yapacağımız alana götürdüler. Ben bu arada içeri girer girmez etrafa bakmaya başladım çünkü çok değişik ve güzel görünüyordu. Labirent gibi her yer farklı şekilde dekore edilmişti, gezdik, fotoğraf çektik.




















Her yeri gezdikten sonra çantalarımızı yapacağımız odaya geldik. Burası atölye gibiydi. Çantamızı aldık ve malzemeleri toplamaya başladık. İsteyebileceğiniz her şeyi almışlardı. Düğmeler, rengarenk taşlar, kumaşlar, tüller her yer rengarenkti.
Büyük bir heyecanla yapmaya başladık. Acele ediyorduk çünkü çantalarımızın üstüne koymak isteyeceğimiz malzemeleri yapıştırmak için silikon tabancasını kullanıcaktık.Dikiş dikmeyi bilmediğimiz için mecburduk:) Gittikçe daha kalabalık olacağını bildiğimiz için de bir an önce ne yapacağımıza karar verdik yapıştırmaya başladık. Ben gülen bir yüz yaptım. Düğme gözlü, melek burunlu bir kız yaptım. Oraya gelen başka birinden de fiyonk yapmayı öğrendim ve çantamda hiç boş yer kalmayacak şekilde üstünü doldurdum:) Arkadaşım Nazlı ise daha sade ama kendi gibi süslü bir çanta yaptı.



















Sağdaki çanta Nazlı'nınki onunla konuşurken onunda bir blog'u olduğunu öğrendim, çokta başarılı genelde makyaj, kozmetik üzerine yazıyor. Fotoğrafıda onun blog'undan aldım. Fotoğrafın üzerindeki adresten girip onunda yaptığı güzel şeyleri görebilirsiniz.

Çantalarımızı bitirdikten sonra fotoğrafımızı çeken kişinin bizim fotoğraflarımızı getirmesini beklediyorduk. O arada dikkatimizi orada bulunan standlar çekti. Bant, kolye,yüzük, toka tasarlayan kişiler burada ürünlerini satışa sunuyordu. Çok beğendim çünkü çok yaratıcı, değişik şeyler yapmışlardı. Bir şey almadan ayrıldık oradan ve sineme odasına girdik. Ama hiç film izleyecek modumda değildim hava öyle güzeldi ki hemen çıktık. Ne yapsak diye düşünürken Midpoint'e gidelim dedik. Daha önce Taksim'deki yerine gitmiştim ama ilk defa boğaza bakan manzarasını gördüm. Terası açmışlardı ve manzara mükemmeldi. Oturduk, uzun uzun sohbet ettik. Sonra Midpoint'in hemen yanında bulunan Beyoğlu İş Merkezine girdik. Orası favori yerim. İstediğiniz her şeyi bulabiliyorsunuz, ister şık, ister spor, ister günlük ne ararsanız var. Bizde H&M bir elbise aldık. Ben siyah beyaz, Nazlı mavi siyah olanını aldı. Çok güzel bir elbise ve sadece 10 tl verdik:)

Ama artık bir an önce oradan çıkmamız lazımdı. Akşam Bilgi Üniversitesi'nde Mayfest'e gitmeye karar vermiştik. 19.00'daki servisi neyseki kaçırmadık ve bindik. Gittiğimizde orada bizi arkadaşım Lara, Belin,Damla,Yonca bekliyordu. İçeri girdiğimizde Yüksek Sadakat sahnedeydi. Dinlediğim bir grup değil ama sesleri gerçekten çok güzeldi. Ama ben 4 gözle Kenan'ın çıkmasını bekliyordum.

Yüksek Sadakat'ten sonra Nil sahneye çıktı. Daha öncede onu Koç Üniversitesi'nin festivalinde görmüştüm ama bu sefer farklıydı. Çok daha kadınsı, sexy ve güzel giyinmişti. Madonna'nın klibinde giyindiği kıyafete çok benziyordu. Dikkatimi çeken başka şeyde fiziği çok güzeldi. Kısaca aramızda taş gibi olmuş falan diye konuştuk. Sanırım Pilates yapıyor. Bende bir an önce başlayacağım:)

Çok farklı bir sahne show'u vardı. Her nekadar kendisi konuşmasada, sarkıları zaten konuşuyordu. Kıyafetini değiştirmeye gitti ve geldiğinde üzerinde bir pelerin vardı. Beyaz, perdeye benzeyen çok değişik bir tasarımdı. Kollarını havaya kaldırdığında da slayt showla yüzüne farklı görüntüler yansıtıyorlardı. Büyük İhtimalle bu konserini klip haline getirecek diye düşündük, çok farklıydı çünkü.
Nil ayrıldıktan sonra beklemeye başladık. Çok kalabalıktı ve gittikce daha da sıkışmaya başladık. Beklenen an geldi ve Kenan Doğulu sahneye çıktı. Her zamanki gibi çok enerjikti ve şarkısı bittikten sonra onun için bir ritüel olan 'Alkışlayanların sevgilileri onları çok sevsin,Alkışlamayanlar evde kalsınn, Alkışlayanlar derslerinin hepsinden geçsinnn inşallah 'diye bağırdı. Tabi orada herkes kendini kaybetti alkışlamaktan:) Dansçılarıda gelir diye düşünmüştüm ama hayallarim suya düştü ve gelmediler. O kadar başarılı dansçıları varki, izlerken hayran aklıyorsunuz tekrar tekrar izlemek istiyorsunuz. Her şey çok güzeldi ama biz doğal olarak çok yorulmuştuk. O gün hiç yerimizde durmadık. Nil'de, Kenan'da durmadan dans ettik.
Daha sonra insanların böyle sevdiği, kafa dengi arkadaşlarının olması ne kadar güzel bir şey diye düşündüm. Birbirimiz çok güzel anlıyorduk, duygusal şarkılarda morali bozulan arkadaşlarımızı teselli ediyorduk. Eve geldikten sonra başımı yastığa koydum ve bugünü hiç unutmayacağımı özlemle hatırlayacağımı ve hayatta insanın hayatında en önemli varlığın önce ailesi sonra arkadaşları olduğunu bir kez daha anladım. Sonrada kulağımda müzik sesleri,huzurla uykuya daldım....

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Davetsiz Misafir...




Daha önceki yazımda Ankara'ya gittiğimi yazmıştım. Orada ilginç bir olay yaşadık hemen sizinle paylaşmak istedim. Aslında Pazartesi günü İstanbul'a dönecektim ama Ali(erkek arkadaşım) 'Bir gün daha kal gezeriz, yemek yaparız zaten Salı günüde tatil dönersin' dedi. Bende dünden razı hemen kabul ettim:) O gün akşam evde yemek yemeye karar verdik ve Ali ' Sana değişik bir tavuk ve pilav yapıcam' dedi. Vejeteryan olmama rağmen kabul ettim. Oda bu duruma şaşırdı tabi:) İlk defa menüm dışında (yeşillikler,zeytinyağlılar) bir yemek hazırladık ve afiyetle yedik. Çok açıkmıştık, hızlı yediğimiz içinde şiştik.Hadi gidip hem yürüyüş yapalım, hem de soda alalım dedik.


Markete doğru yürürken yolda iki çoçukla karşılaştık ve bize köpek kaybedip etmediğimizi sordular bizimde cevabımız hayır oldu. Sodamızı, Topik'imizi aldık yolda yiye yiye eve doğru yürümeye başladık ki bir kalabalıkla karşılaştık. Kalabalık dediğim 5-6 kişi toplanmıştı. Bende tabi meraklı olarak hemen gittim ve ne olduğunu sordum. Daha sonra adının Aslı olduğunu öğrendiğim kız elinde Golden cinsi bir köpekle, bu köpeği bulduklarını, sahibini aradıklarını söyledi.


Bütün köpekler tatlı, hepsinin birbirinden başka özellikleri var ama bu o kadar canayakındı ki o anda oynamaya başladık,sevdim, öptüm. Çok tedirgin görünüyordu, ailesini kaybettiği ya da terk edildiği için üzülmüştü. Herkes bir şeyler üretiyor acaba ne oldu diye bulmaya çalışıyordu. Daha sonra Jandarma geldi. Köpeği bulan genç çocuklar ne yapacaklarını bilemedikleri için aramıştı. Bir asker geldi köpeğin sağına, soluna baktı 'Biz bir şey yapamayı, şu anda da bir olay var zaten' dedi ve gitti. Jandarmanın gelmesiyle daha çok ilgi odağı olduk. Çevreden gören insanlar bir şey mi oldu die yanımıza gelip sormaya başladılar. Evet bir şey vardı hemde önemli bir şey bu köpek, bu gece nerede kalacaktı. Saat 23.00 olduğu için arayacağımız bir veteriner yoktu. Orada bulunan herkesin evinde bir köpek vardı ve bulunan köpek(Daha sonra adını Bal koyduk) erkek olduğu için eve almaları imkansızdı. Çünkü birbirini tanımayan iki erkek köpek aynı evde kalamaz kavga ederdi, dişi olursa da....


Neyse hemen orada özel bir okul vardı. Bir bayan 'Gidelim okuldan rica edelim, yarında 19 Mayıs, bir gecelik baksınlar' dedi. Keşke gitmeseydik, güya orası bir okul ama malesef insanlıktan nasiblerini almamışlar. Koskoca bahçede 1 gecelik hatta gecede değil 4-5 saatlik Bal'ın orda bir köşede kalmasına izin vermediler. Bizde muhatap olmak istemedik ve yeni çözümler bulmak için konuşmaya başladık.


Benim kaldığım evde köpek yoktu ama orası benim evim olmadığı için biz alalım diyemezdim. Ama ikide bir Ali'ye kendimi acındırarak bakıyor ve ne yapacağız diye soruyordum. En sonunda dayanamadım sesizce 'Bu akşamlık biz alalım mı' dedim. Oda 'Zaten kimse almazsa alacağız, başka çaremiz mi var' dedi. Orda onu niye bu kadar çok sevdiğimi bir kez daha anladım. Orda anladığım başka bir şey daha oldu; Bal'ı kimse alamayacaktı, bizde onun bugün akşam bizde kalacağını Ali'nin köpek bakmayı bilmediğini fakat benim yarın dönene kadar idare edebileceğimi söyledik.


Asıl iş bundan sonra başlıyordu. Apartmana girdiğimiz an heyecanlandı ama belli ki alışkındı. Asansöre bindik gayet bildiği bir yere gidiyormuş gibi sakin oturdu. Bal bir kaç gündür sokakta olduğu için baya kirlenmişti. Eve girer girmez balkona gittik ve bir ıslak, bir kuru bezle onu temizlemek için savaşmaya başladık. Böyle diyorum çünkü o bizim onunla oyun oynadığımızı sanıyordu ve bezi elimizden alıp oynamaya başlıyordu. En sonunda başardık ve Bal'ı tertemiz yaptık. Tertemiz olduktan sonra onu salona gitmesine izin vermek gibi bir hata yaptık.. Hemen koltuğun üstüne fırladı Ali'nin en sevdiği yastığını ağzına aldı oynamaya başladı. O anda Ali'nin yüzünü görmenizi isterdim. Ben çektim, o çekti biraz inatlaştık ve sonunda yastığı sırılsıklam şekilde almayı başardım, sahibine iade ettim :)


Onun odalarda duramayacağına karar verdikten sonrada balkona koymayı denedik malesef eve alışmıştı ve 'Beni içeri alın'dermiş gibi havladı. En sonunda onun için en uygun yerin koridor olduğuna karar verdik. Bütün kapıları kapattık, odaların camlarını açtık ki koridorda havasız kalmasın. O da hemen sevdi orayı, iyi bir seçim yaptınız dermiş gibi kendini rüzgarın geldiği yere bıraktı ve uyumaya başladı.


Aslında Golden olmasına rağmen o gün biraz durgundu belliki eski ailesini düşünüyor, özlüyor ve onu neden bıraktıklarını düşünüyordu. Ben kesinlikle köpeklerin bunları hissetiğine, düşündüğüne inanıyorum. Bir arkadaşımın köpeği, sahibi öldü diye 1 ay hiç bir şey yemedi ve kendi hayatına son verdi. Umarım Bal'da öyle olmaz dedim. Ama güçlü ve sıcakkanlı bir köpekti hemen herkese alışabilirdi. Bu yüzden de umutluydum.


Gece hiç sesi çıkmadı mışıl mışıl, huzulurlu bir şekilde uyudu. Sabah erkenden kalktığımda da kuyruğunu sallayarak beni karşıladı ve onu dışarı çıkaracağımı anladı. Onun sahibini bulabilmek amacıyla ilanlar hazırlamıştık onlarıda aldık ve gezintiye çıktık. Pek umutlu olmasakta, görülebilecek heryere astık. Yürüyüşümüz bittikten sonra eve döndük, ben valizimi aldım ve İstanbul'a gelmek için yola çıkacaktım. Kapıyı kapattığımızda ne yapacak diye düşündük çünkü evde tek kalacaktı. İlk önce biraz ağladı, 1 kere havladı ama sonra sustu. Gerçekten gördüğüm en akıllı köpeklerden biriydi.


Buraya gelir gelmez Bal'ı çok özledim ve onun bizim karşımıza çıkmasının nasıl bir kader olduğunu düşündüm. Ben Ankara'ya gitmemiş olsaydım ya da onu bulduğumuz Pazartesi dönmüş olsaydım belkide hiç karşımıza çıkmayacaktı. O gün o saate yürüyüşe gitmemiz bile bunun kader olduğunun bir kanıtıydı. Pazartesi bulduğumuzda sadece 1 günlük diye yanımıza aldık ama Ali ona hala bakıyor. Hergün onu 20 kere arıyorum ve artık Bal'ı sormaya utanıyorum:) Ben gittikten sonra ona bir arkadaş bırakmış oldum ama malesef ona uzun süre bakamayacağız ve bir sahip bulmak zorundayız. Keşke onu alabilseydik, bizim köpeğimiz olabilseydi ama her işte hayırvardır. Bu işteki hayrı da eve gelir gelmez gördüm. Ablam aradı ve çok sevineceğim, uzun süredir beklediğim bir haber verdi bana. Bal'ında karşımıza bu yüzden çıktığını düşündüm ve dedimki kendi kendime 'Belki onu almamış olsaydık, bu haberi almayacaktım. Belki de orda Allah bizi sınadı'.


İyiki de almışız onu, hayattan bir canlıya bir iyilik yapmaktan, başını okşayıp onun o mutluluğunu görmekten daha çok sizi mutlu eden hiçbir şey olmaz. Bal gözlerimin içine teşşekür edermişçesine baktığında da bunu hissettim ve iyiki karşımıza çıkmış dedim. Şu anda ona yuva arayışı içerisindeyiz umarım ona layık olacak,onu çok sevecek ve bir daha onu hiç terk etmeyecek bir aile bulabiliriz... Gelişmelerden sizi haberdar edeceğim...




Not: Bal büyük ihtimalle uzun süredir sokaktaydı ve içecek hiç su bulamamıştı. Ona tam 4 kap su verdik ve anında hepsini içti. Bu yüzden yaz aylarında ne olursa olsun kapımızın önüne bir kap su koymaya çalışalım. Susuzluğun ne demek olduğunu çok susadığımızda anında su bulmayınca 1 2 dakikada olsa yaşıyoruz onlarada bu acıyı günlerce yaşatmamak için lütfen su vermeye çalışalım. Teşekkürler


19 Mayıs 2009 Salı

Tandoğan'da Tarihi Bir Gün


O gün sabah erkenden kalktım. Benim için büyük bir gündü, iki gün öncesinden Tandoğan'daki Cumhuriyet Mitingine katılmak için Ankara'ya gelmişti. İçim kıpır kıpırdı hemen hazırlandım ve 11'de miting alanına gitmek için yola çıktık. Ankara sokakları çok güzel görünüyordu bir çok insan, ellerinde bayraklar Tandoğan'a gitmek için yola çıkmıştı. Yanımızdan geçen arabalarla sanki 40 yıllık dostmuş gibi birbirimize korna çalarak, el sallayarak miting alanına gittik, biraz uzak bir yere park ettik ve yürümeye başladık. Ama bir sorun vardı elimizde bayrak yoktu ve bir an önce almamız lazımdı. Etrafımız bayrak satan bir çok kişiyle doluydu bu yüzden de bu sorun hemen çözülmüş oldu. Üzerinde Ata'mızın resminin olduğu, parlak çok güzel bir bayrak aldım. Erkek arkadaşım Ali'de sadece Türk Bayraklı olanı aldı. Yavaş Yavaş yürüdük ve Tandoğan meydanına geldik.

Bir anda tüylerim diken diken oldu böyle bir kalabalığın olduğu bir alanda daha önce hiç buluşmamıştım. Herkes hep bir ağızdan bağırıyor, heyecan içinde konuşan insanları izliyordu. Ayrıca o gün danıştay saldırısının yıl dönümüydü, saldırıda yaşamını kaybeden Mustafa Yücel Özbilgin anıldı, bir dakikalık saygı duruşunda bekledikten sonra İstiklal Marşımızı okuduk. Böylece miting başlamış oldu.

Hep bir ağızdan şarkılar söylendi. Mitinge katılan bütün vatandaşların ellerinde Türk bayrağı vardı. Onuncu Yıl Marşı ile herkesin tek bir ağızdan 'Tandoğan Meydanı demokrasi şöleni' sloganları çoşkuyla söylendi. Orada bulunan bir çok insanla sohbet ettik, tanıştık ve kendimi ailemin yanındaymışım gibi hissettim. Gelen bir çok kişinin tıraş olmuş olmasıda dikkatimi çekti. Oraya gelen herkesin tek bir amacı vardı bu düzensizliğe son vermek, artık insanların haklarının yenmesini engellemek ve Türk Halkının hak ettiği şekilde yönetilmesine katkı sağlamak. O gün bir aileyle tanıştık çocuklarını almışlar ve oraya gelmişler. İki çocuğununda yaşı küçüktü, çocuklarını kucaklarına almışlar, ailecek Onuncu Yıl Marşını söylüyorlardı. Çocukları da onlara eşlik edip, eğleniyorlardı. Orada bulunan başka bir vatandaşta 'Eğer kucağınızda taşımaktan yorulduysanız, oğlunuzu ben taşıyabiliridim'dedi ve anneden çocuğunu aldı bir süre omzunda taşıdı. Gerçekten görülmeye değer bir andı. O an bu olayın Türkiye'den başka hiç bir yerde olamayacağını düşündüm. Dedim ya kendimi sanki bir ailenin içinde gibi hissettim... Gerçektende biz orada bir aileydik.

Tek sorun havanın çok sıcak olmasıydı. O gün hava 38 dereceydi ve miting güneşin en etkili olduğu 12.00-14.00 arasındaydı. Güneş yanıklarımızda bize o günden miras kalmış oldu:) Ona rağmen hiç kimse şikayet etmedi, bir an önce Atatürk'e gitmek için bekledi. Ve beklenen an geldi.

Yürüken beni mutlu eden şeylerden biride benim okulumun yani Marmara Üniversitesi'nin en ön sırada yer almasıydı. Okulumudan bir çok öğrenci, akademisyen en ön sırada yer alıyordu. Anıtkabir'e girdiğimiz anda ilk gözüme çarpan mezar taşının üzerinde duran güvercindi. Bize 'Hoşgeldiniz 'dermiş gibi bir hali vardı, herkes gidene kadar da oradan ayrılmadı. İnsanların çiçek koyuşunu, dua edişini dikkatle seyretti.

Bügüne kadar Anıtkabir'e beş kere gittim. Ama ilk defa Atam'a yürürken öyle farklı şeyler düşündüm, etkilendimki, sürekli gözümün dolmasını engelleyemedim. Çoğu kişininde benim gibi olduğunu gördüğümde de hiç şaşırmadım. Oraya gelen herkesin tek bir amacı vardı bu düzensizliğe son vermek, artık insanların haklarının yenmesini engellemek ve Türk Halkının hak ettiği şekilde yönetilmesine katkı sağlamaktı. Yürürken dünyanın başka hiç bir yerinde bulamayacağım güzelliklere, tarihe, dostluklara sahip bir ülkede olduğum için çok şanslı hissetim. Bunları yaşamamızı sağlayan askerlerimize ve Atamıza karşı minnet duydum. Onlar olmasaydı ne olurdu acaba şu anda buralar kimlerin toprağı olurdu diye düşündüm. Turgut Özakman'ın kitabının önsözünde yazdığı ve hiç unutmadığım: 'Allah bu güzel milleti ve ülkeyi cahilin, yalancının ve sahte tarihçilerin şerrinden ve iktidarından korusun' sözü geldi. Aslanlı Yol'da görünen Kabri'ne doğru giderkende bu hissetiklerimi Atam'a anlattım. 'İçin rahat olsun Atam bu ülkeyi hiç kimseye vermeye, bölmeye, herkesin istediği emellere alet olmaya niyetimiz yok'dedim. Biz senin güvendiğin Türk Gençleriyiz, rahat içinde uyu...







14 Mayıs 2009 Perşembe

Atam...

Biz Onu Allah'a, Geri Kalan Her Şeyi O'na Borçluyuz...